30 Ekim 2010 Cumartesi

manyetik

ben
artik kizmiyorum aslinda. gercekten. yani aslinda belirli bir kisiye kizmiyorum veya suclamiyorum o kisiyi. ne cok yapardim eskiden. sadece kalbim kiriliyo simdi. ve buna izin veriyorum. ne cok yapmazdim eskiden. kizginligim kendime. ve bu ofkeyi bir yere yoneltmeyi o kadar, o kadar istiyorum ki. buz hokeyi olabilir, misal. tanidigim insanlari uzmek istemiyorum. tanimadiklarima bilmemkacbilmemnebeygirgucundefalan omuz atmak istiyorum. (beygir gucu, gercekten mi)

bir de bekliyorum artik. oylesine, bekliyorum sadece. neyi bekledigimi bilmeden, hastalikli dusuncelerimden arinarak. iyi geliyor. mutlu degilim ama-memnunum. content. bazen farkli bir dildeki bir kelime daha iyi tarif edebiliyo hissettiklerimi(zi). yanilmiyorsam tabi. bekliyorum hala. daha cok zamanim var ama aslinda bir o kadar da yok. simdi radyoda guzel bir sarki calsin.

10 Haziran 2010 Perşembe

turuncu

beklenmedik şeyler oluyor
misal
canım spagetti bolonez istiyo, fakat kendimi çilekli yoğurt yerken buluyorum
birini ilk defa gerçek anlamda seviyorum, fakat inkar ediyorum (ki aslında bu pek de yeni bir şey sayılmaz? ilk kısmı için geçerliydi sanırım)
su içmeye başladım, nedeni fazlaca olan öksürüğüm
ama su iyi geliyor
sürekli bir arınma hali sanki
beni öpmek isteyen bir adamın kollarına atıcakken kendimi, geri çekildiğimi fark ediyorum
olmayan bir şeyin sadakatine inandırıyorum kendimi, bu ne lan
oysa hep korkmuşumdur
etmediğim kadar küfrediyorum (içimden)
normalde sadece lunaparkta adrenalini hoplatan aletlere bindiğimde bu kadar küfrederim?
güya hayatıma yön verecek şeyler varken önümde, ben çok farklı şeyleri bekliyorum dört gözle
aman.
diyip geçesim var
çok fazla şeye -esim ekini getiriyorum, sürekli başarısız oluyorum
bu şarkılar da olmasa diyip içten içe tarkanlaşıyorum
gibi.

neden tüm bunlar?
çünkü bir berber bir berbere bre berber gel beraber bir berber dükkanı açalım demiş.

işte ondan.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

iki

şu dünyadaki en gereksiz şeylerden ikisi mutlaka toz ve sinek.
hayır, hiçbir bilimsel açıklama ikna edemez beni bunların gerekli olduğuna..






gerçekten.

14 Mayıs 2010 Cuma

waves

i live in a wafer thin dream
i, i can't cry
you know the time
time's not kind

13 Mayıs 2010 Perşembe

hiç sorma.

çok uzun zaman oldu.
bir de tam aklımın ucundan geçiyordu,
birçok ortak noktası olan
veya birbirinin tamamen zıttı olan iki insan
bir kız
bir erkek
her zaman sevgili olmak, evcilik oynamak zorunda değiller
ister istemez buna mecbur mu hissediyoruz, nedir yani.
arkadaşlık daha güzel.
daha kalıcı.
daha öz.

çok garip bir rüya gördüm.
hatırladıkça tüylerim diken diken oluyo hala..
eksi dokuzuncu katta seni arıyordum, anlatsam, bir tek sen anlarsın.
gördüğüm rüya da senin kadar hastalıklıydı çünkü.
bana da bulaşmışsın, tedavi olmam gerek.
zihnimin, bilinçaltımın güzel bir bahar temizliğine ihtiyacı var.

12 Şubat 2010 Cuma

portakal kabuğunun acı kokusu

çok ihmal ediyorum burayı, çok.
yazmak istediğim o kadar çok şey var ki aslında
bazen ben bile şaşırıyorum
zihnimde nasıl bu kadar çok şey olduğuna
kafamdaki tüm bu ağırlıkla öne veya arkaya düşmeden yürüyebildiğime, garip.
hepsi üşengeçliğimden.
hepsi.
geçer diyolar, her şeyi geçiştirmeye çok meraklılar.

23 Ocak 2010 Cumartesi

three rounds and a sound

ben aslında inanmıyorum edatların tek başına anlamı olmadığına
nasıl olmaz ki?
kadar. işte.
bazen.
hiçbir zaman hissettiklerimi dışa vurmakta, masumane veya düşmanca kelimelere sığdırmakta iyi olmadım.
halbuki içimde çok iyi tarif edebiliyorum kendime, sadece içimde.
yüksek sesle söyleyince hepsi gerçekliğini başkaları için kazanırken benim için yitiriyor sanki.
ciddiyetimi hiçbir zaman koruyamıyorum.
bir insanda olabilecek en kötü özelliklere sahipmişim gibi düşünürken kendimi aslında hiçbir şey olmadığını görüyorum.
eldivenimi giydiğimde parmaklarımda kalan boşluklar gibi.
büyüdükçe ruhum kirleniyor.
o yüzden hep istedim çocuk kalmayı.
çocukluktaki kayıtsızlığı, kelimeleri kullanmadaki özgürlüğü.
ve yine o yüzden bi çocuk istiyorum şimdi.
çocukluğumu onda yakalamak istiyorum bi daha.
tekrar.
sonra herhangi bişey için ağlamak.
yeni şeyler öğrenmek.
yeni bi renk bulsa bilim adamları.
onunla üzerimdeki tedirginliği atabiliyim
çok gariptir
bazen kendimde yaşadıklarımı farkına varamıyorum
sonra bir anda geliyolar
çat kapı
elim ayağıma dolanıyor
ne yapıcağımı şaşırıyorum
böyle yüzme bilmeme rağmen sanki boğulucakmışım gibi geliyo
sonra öylesine yoruluyorum
bişeyler beni çekip çıkarana kadar
kalakalıyorum.

9 Ocak 2010 Cumartesi

in a manner

dersanenin bana henüz kazandırmış olduğu şey bir kaç güzel arkadaş ve murat togan'dan başka bir şey değil.
murat togan, ah.
tarih dersini seviyorum, evet, ama murat togan'la daha da güzel. bu kadar çabuk silinmese izi o 40 dakikaların..

şubat ayının gelmesini istiyorum. istanbula gitmeyi. deniz görmeyi.
ankara'yı sevmiyorum, oysa o norveç'li adam nasıl bu kadar sevebiliyo bu sevimsiz kenti hiçbir fikrim yok.

şimdi çıkıp gitmek lazım evden, to die by your side is such a heavenly way to die diye mırıldanarak..

(kahvefincanı)